Bir ülkenin vizyonu bazen gökyüzünde gizlidir. Atatürk Havalimanı, o vizyonun ta kendisiydi. Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı, milyonlarca yolcunun ilk nefes aldığı, son vedasını ettiği yerdi.
Ama biz o kapıyı kapattık. Üstelik 5 milyar dolarlık bir yatırımı da beraberinde toprağa gömdük. Bugün adına “Millet Bahçesi” dedikleri yerde, bir zamanlar binlerce insanın alın teriyle ayakta duran bir sistem çalışıyordu. Hava trafik kontrolünden elektronikçilere, teknisyenden teknisyen yardımcısına, uçak mühendisinden pilota, kabin memurundan yer hostesine, apron memurundan harekâtçısına, ofis personelinden kargo çalışanına, yer hizmetlerinden yakıt ekibine, load master’ından follow me’lere kadar binlerce insanın ekmek kapısıydı.
Oysa şimdi o pistlerin arasında, pandemi döneminde apar topar kurulan sahra hastanesinin gölgesinde geçmişin izleri silinmeye çalışılıyor. Bu alan için kamuoyuna yansıtılan rakamlara göre en az 2,2 milyar TL harcandı. Yani sadece bir havalimanını değil, milyarlarca liralık bir yatırımı da çimle kapladılar.
O havalimanı sadece bir terminal değildi; afet ve kriz anlarında İstanbul’un nefes borusuydu. Deprem olsa, sel bastığında, olağanüstü hâl ilan edildiğinde en işe yarayacak stratejik noktaydı. Ama biz o “güvenli iniş noktası”nı süs havuzlarıyla, tahta banklarla kapattık.
Çok değil, daha üç yıl önce inanılmaz kar yağdığında İstanbul Havalimanı kapanmış, dönemin Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu bile uçakla Atatürk Havalimanı’na inmek zorunda kalmıştı. O gün o pistler olmasaydı, o iniş mümkün olmazdı. Bugün o pistlerin yerinde yürüyüş yolu, birkaç ağaç ve külliyeler var. Sararmış çimlerle adeta çöl gibi görünüyor.
Atatürk Havalimanı sadece havacılığın değil, duyguların da merkeziydi. Filmlerde kavuşmaların, ayrılıkların, gözyaşlarının sahnesiydi. Bir baba oğluna, bir asker sevdiğine orada sarılırdı. Şimdi o anıların üstünde çocuk parkı var.
Oysa ben yıllar önce bu alanın kapatılmaması gerektiğini defalarca yazmıştım. Demiştim ki: “Burası dünyanın en büyük uçak bakım üssü olabilir; bir MRO merkezi hâline getirilebilir.” “Terminal binaları havacılık üniversitesine dönüştürülmeli, gençler burada gökyüzüne hazırlanmalı.”
Ama kimse duymadı. Bugün o vizyoner fikirlerin yerinde Teknofest adı altında bir panayır alanı var. Apron artık uçakların değil; sahnelerin, stantların, gürültünün hizmetinde. Bir zamanlar park eden uçakların süzüldüğü o alan, şimdi AKP mitinglerinin meydanı.
Ve en acısı da şu: Bu dönüşüm sadece bir alanı değil, bir ismi de hedef aldı. “Atatürk” ismi yavaş yavaş silinsin diye bu alan “Millet Bahçesi”ne dönüştürüldü. Adı kaldırılsa da anlamı silinemez; çünkü bu milletin gökyüzüne kazınmış bir hafızası var.
Atatürk Havalimanı’nı kapatmak sadece bir alanı değil, bir dönemi, bir hafızayı da kapatmaktır. Ama unutmamak gerekir: Gökyüzünü kapatsanız da, o gökyüzüne bakan gözleri silemezsiniz.
Atatürk’ün dediği gibi, “İstikbal göklerdedir.” Ama bunu geçmişle hesaplaşarak değil, geçmişe saygı duyarak ve o mirası koruyarak göstermek gerek.
Son olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Yorumlar