29 Aralık 2025, Pazartesi
Serdar BAŞAĞAOĞLU
Serdar BAŞAĞAOĞLU [email protected]

2025’in muhasebesi ve bir gecelik memleket gerçeği

2025 yılını kapatırken, Türk havacılığı adına söylenecek çok şey var.

Önce hakkını teslim edelim.

İstanbul Havalimanı, 2025 boyunca Avrupa’nın liderliğini bir an olsun bırakmadı. Rakamlar ortada; büyüme istikrarlı, operasyon güçlü, organizasyon diri.
Sabiha Gökçen Havalimanı aynı şekilde… Yeni destinasyonlar, yeni havayolları, rekor yolcu sayıları. Artık sadece “alternatif meydan” değil, başlı başına bir merkez.

Milli bayrak taşıyıcılarımız Türk Hava Yolları ve Pegasus, kilometre taşlarını birer birer geçti.
TAV Havalimanları dünya genelinde adından söz ettirdi.
Corendon Avrupa’daki büyümesine hız verdi.
SunExpress başarı hanesine yenilerini ekledi.

Savunma sanayii tarafında ise tablo daha da gurur verici.
ASELSAN, artık dünyanın zirvesinde. Polonya gibi bir NATO ülkesine satış yapabilmek, sadece ticari değil stratejik bir başarıdır.
BAYKAR, SARSILMAZ, CANİK, KALE SAVUNMA, HAVELSAN, ROKETSAN… Her biri bu ülkenin alnını ağartan markalar.

Sabiha Gökçen Meydan Otoritesi HEAŞ, yıl boyunca kusursuz bir ev sahipliği yaptı.
Plaza Premium Lounge, hizmet kalitesiyle yıla damga vurdu.
HAVAİST, sorunsuz ulaşımın nasıl olması gerektiğini bir kez daha gösterdi.
20. yılını kutlayan AYJET Uçuş Okulu, 2025’in en parlak eğitim markalarından biri oldu.
BookingAgora, yurt içinde ve yurt dışında adını duyurdu.
Emirates ve Singapur Havayolları Türkiye ekipleri, hem yolcu sayılarını artırdı hem de sosyal sorumlulukta örnek işler yaptı.

Kısacası…
2025, havacılık ve savunma sanayiimiz için “Maşallah” yılıydı.

Darısı 2026’ya.

Ama…

Bu yıl bitmeden, başımdan geçen tek bir gecelik olayı anlatmak istiyorum.
İsim vermeden.
Kırmak için değil, düzeltmek için.

Çünkü mesele pas geçmek değil.
Mesele, insanı pas geçmek.

 

Memleketim… Karadeniz’in incisi Sinop için yola çıktım.
Uçağa bindik. Sorunsuz kalkış. Her şey yolunda.

İnişe geçtik.
Pas geçildi.

Bir deneme daha…
Yine pas geçildi.

Minimum yakıt seviyesi nedeniyle Samsun’a divert edildi.

Buraya kadar her şey normal.
Pas geçmek havacılığın doğasında var.
Hatta bir zamanlar TALPA’nın Pilotlar Çalıştayı’nda saatlerce konuşulmuştu bu konu.
Keşke tekrar yapılsa.

Velhasıl Samsun’a indik.
İşte sorun burada başladı.

Havayoluna hizmet veren yer hizmetleri personeli geldi.
“İstanbul’a dönmek isteyenler uçakta beklesin” dedi.

Hemen itiraz ettim.
“Bu iş böyle olmaz” dedim.

Terminale alındık.
Bir baktık önümüzde bantlar çekili.
Kimsenin haberi yok bizim geldiğimizden.

Havayolunun bankosuna gittim.
“Havayolu personeli var mı?” dedim.
“Yok” dediler.

Yer hizmetleri vardı ama yetki yok.
Havayolunun nöbetçisi yok.
Bilgi yok.

“Otobüsler dışarıda” dediler.
Dışarı çıktık… Otobüs yok.

Yağmur yağıyor.Soğuk.
Tekerlekli sandalye ile uçağa bindirilen yolcular, Samsun’da kaderine terk edilmiş şekilde ayakta durmaya çalışıyor.

Bilgi istedik gidin danışmaya sorun dediler. Dedik yüz kişi tekrar içeriye gireceğine bir kişi dışarıya çıkamıyor mu? Güler misin ağlar mısın!

45 dakika sonra…
Üç otobüs geldi.

Açız. Susuzuz.
Bindik.

Dura kalka, arabesk müzik eşliğinde, yolcu indire indire Sinop sınırlarına vardık.

Şoför dedi ki:
“Otogarda herkesi indireceğim.”

Dedim ki:
“Son varış noktası burası değil. İnsanların arabası var, bekleyeni var. Neden burada indiriyorsun?”

“Talimat böyle” dedi.
Bir de ekledi:
“Zaten Gürcistan’dan saatlerce yoldan geldim, daha fazla gidemem.”

Saatlerdir direksiyon başındasın ama 20 dakika daha gidemiyorsun.

Yolcular tepki gösterince insiyatif aldığını söylerek, Sinop Havalimanı’na yöneldi.

Saat 01:34.

Ama…
Nizamiye kapalı.

Güvenlik memuru sordu:
“Bu saatte neden geldiniz? Uçak yok ki…”

İşte o an…
İnsanın beyninden aşağı kaynar sular dökülüyor.

Şehir merkezine nasıl gideceğiz?
Servis yok.
Taksi yok.

Şanslıyım…
Uçaktan tanıdıklar çıktı.
“Biz bırakırız” dediler.

Güvenlik memuru sağ olsun…
Yağmurda, soğukta bizimle ilgilendi, otoparka girmemize izin verdi.

Ama bu sefer…
Otopark işletmecisi yok.

“Ben bu saatte gelmem, yarın gelin” demiş bazı yolculara.
Kapılar kapalı.

Bir yolcunun evinin anahtarı arabasında kalmış da önden yolunu yapmış.
İkna edildi.
IBAN’a para gönderildi.
Kapılar açıldı.

Saat 03:00 civarı şehir merkezine vardım.

Açım.
Her yer kapalı.

Taksi aradım…
Yok.

Yağmur altında, eşyalarla 7-8 kilometre yürüdüm.

Elektronik eşyalarım zarar gördü.
Üzerimde kuru yer kalmadı.

İstanbul’dan 19:10’da çıktım.
Eve varış saatim: 04:30.

Uçakla geldik güya.
Arabayla zaten 6 saatte geliyorum.

Ama mesele bu değil.

Ben uçağın pas geçmesine kızmıyorum.
Ben yolcunun pas geçilmesine kızıyorum.

Bir su koymak zor mu? İnsanlar ilaçlarını içemedi. Malum yaş ortalaması!
Bir kek vermek zor mu?

Yorgun olduğunu söyleyen bir şoför, nasıl olur da 3,5 saat yolcu taşır? Bu nasıl bir tedbirsizliktir? Ya başımıza bir şey gelseydi? Kim ilgilenecekti bizimle?
Son varış noktasında neden kimse beklemez?

İlgili havayolu şirketinden neden kimse yolcusuyla ilgilenmez. Bazı meydanlarda çat diye mesajlar geliyor. Adım adım yolcular bilgilendiriliyor. Neden Samsun ve Sinop?
Otobüs neden merkeze kadar gitmez?
Otogarda bırakıp dönmek ne demek?

2025’te havacılıkta zirvedeyiz.
Ama bir yolcu, bir gece yarısı, bir şehirde yalnız kalıyorsa…

O zirve biraz eksiktir.

İşte bu yazıyı bu yüzden yazıyorum.
İsim vermeden.
Kırmadan.
Ama unutmadan.

Çünkü havacılık sadece uçak uçurmak değildir.
Havacılık, insanı da taşımaktır.

Darısı 2026’ya…
Ama bu kez, yolcusunu da unutmayan bir 2026’ya.

Hepinize sağlık, başarı ve güzelliklerle dolu bir yıl dilerim.

SEVGİYLE KALIN.

 

Serdar BAŞAĞAOĞLU

[email protected]

2025’in muhasebesi ve bir gecelik memleket gerçeği

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000