THY’de raporluyken işten çıkarılan kabin memurlarının yaşadıkları artık bir kurum hatası değil, bir insanlık meselesidir. Hatta daha da ötesinde vicdansızlığın ete kemiğe bürünmüş hali.
Gökyüzünde doğum yaptıran, kalp krizi geçiren yolcuyu hayata döndüren kızlarımızın dramı, yönetim odalarında duyulmayan çığlıklar gibi duvarlara çarpıp geri dönüyor.
Sekiz kişinin hayalini toprağa gömen bu anlayış, bir insana eline batan bir dikenin tüm bedenini sızlatabileceğini bile bilmeyen bir körlükten besleniyor.
Ve bugün, bu satırları okuyan herkes şunu bilmeli: Havacılık, önce insan anlamakla başlar.
Havacılıkta her şey prosedürlerle ölçülür; yük dağılımından yakıt dengesine, acil çıkıştan kabin brifingine kadar… Hiçbir prosedür, hiçbir yönetmelik, hiçbir şirket politikası insanın hayatından daha önemli değildir. İnsanın iyiliği, uçağın güvenliğidir. Bugün THY’de yaşananlar tam olarak bu maddeyi yok sayan bir karanlığın adımlarıdır. Çünkü gökyüzünde doğum yapan bir kadına ebelik eden, kalp krizi geçiren bir yolcuya defibrilatörle hayat döndüren kızlarımızın ciddiyetini, onların sırtını yasladığı yönetim gösteremiyor.
Aylar önce bir kaza oldu. Bir taksinin önü metal bir kağıt gibi katlanmış, camlar paramparça olmuştu. O araçta bir kabin memuru vardı: Boynu kırılmamıştı belki ama hayalleri çatlamıştı. Hastanede doktorlar “servikal disk bozukluğu” dedi, “istirahat şart” dedi. Raporu verildi, kontrol tarihi belirlendi. Tıbbın dili açıktı: “Bu insan uçarsa kendine de, uçağa da, yolcuya da zarar gelir.” Havacılıkta bunun adı netti: “Elverişsiz.” Ama THY’nin İnsan Kaynakları o rapora başka bir isim koydu: “Fesih.”
Bir insanın canı yanınca sadece yarası acımaz; bütün bedeni titrer, bütün ruhu dökülür. Hele ki kabin memuruysan… Elin titrerken kahve servisi yapamazsın. Nefesin kesilirken güvenlik komutu veremezsin. “Kendimi iyi hissetmiyorum” deme hakkın vardır ve bu hak uçuş emniyetinin temel taşıdır. Dünya sivil havacılık otoriteleri yıllardır bunun altını çizer: “Eğer bir kabin memuru psikolojik veya fiziksel olarak hazır olmadığını söylüyorsa, o memuru uçurmak suçtur.” THY bunu bilmiyor mu? Elbette biliyor. Peki neden uygulamıyor?
Rapor aldıkları için işten atılan kızlarımızın hikâyesi birer iş hukuku meselesi değil, birer dramdır. Sekiz genç kadının hayali toprağa gömüldü; kimi uçuş korkusuyla, kimi travma sonrası strese girerek, kimi kazanın etkisinden çıkamadan. Ama yönetim, bir insanın eline batan dikenle bile bütün bedeninin acıyabileceğini anlamaktan aciz. Oysa kabin memurları her gün o bedenle o uçağı taşıyor; acısıyla, yorgunluğuyla, gülümsemesiyle…
Bu ülkede bir yolcu uçağına binerken kendini emniyette hissediyorsa bunun nedeni THY'nin broşürleri değil, kabin memurunun gözlerindeki profesyonel dikkat, eğitimindeki disiplin, kalbindeki insan sevgisidir. Ama bugün THY yönetimi, o gözlerdeki ışıltıya bakmak yerine ekranındaki rapor koduna bakıyor. Bu şirketi büyüten kanatlara değil, o kanatların altındaki yorgun omuzlara yük bindiriyor.
Şimdi bir soru soralım:
Bir kabin memuru “uçacak durumda değilim” dediğinde ne yapmak gerekir?
Dünyanın her yerinde cevap aynıdır:
Uçurmayacaksın.
THY ise başka bir cevap verdi:
“Çıkışını verelim.”
Ve işte asıl çöküş burada başladı.
THY’nin içindeki bu sessiz çöküş, bir gün kokpite, kabine, piste; en sonunda yolcuya yansır. Bir kabin memurunun kırılmış hayalinin bedelini bir gün bir uçak öder. Bu yazıyı okuyan yönetici, koltuğunda rahatsız olsun. Hatta dizleri titresin. Çünkü bu mesele bir insanın işini kaybetmesi değil; bu mesele bir insanı anlamamanın, bir insanı hiçe saymanın, bir insanın acısını görmezden gelmenin yarattığı emniyet erozyonudur.
Ve o erozyon, bir gün kimsenin kaldırmak istemeyeceği bir ağırlığa dönüşür.
Biz bugün sadece bir çalışanın değil, bir mesleğin onurunu, bir kurumun vicdanını, bir ülkenin havacılık güvenliğini savunuyoruz.
Çünkü gökyüzüne ebelik yapan bu kızlarımızı görmeyen bir yönetim, bir gün gökyüzünün de onları görmezden gelişine katlanmak zorunda kalacak.
Yorumlar