Herkes bir şeyler söylüyor. Gerçek ise bambaşka.
*
Türkiye’de azınlık hakları bakımından en kronik sorunlardan biri olan Heybeliada Ruhban Okulu’ndaki kapanma yarım asrı devirdi. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin ve özel olarak Kıbrıs sorununun adeta kurbanı olan okul 1971’de eğitime kapatıldı. Özellikle 1990’lardan sonra okulun açılması için birçok temas yapılır, birçok söz verilirken okul kapalı kalmaya devam etti. 50 yıllık kapanmanın önemli dönemeçleri şöyle;
Özel öğretim düzenlemesiyle kapatıldı
1965 tarihli Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun bazı maddelerinin 12 Ocak 1971’de iptali üzerine, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Ağustos 1971 tarihli yazısıyla okulun yüksek kısmı, 9 Temmuz 1971’den geçerli olmak üzere kapatıldı.
Kasım 1971’de Danıştay’a bu kararın iptali talebiyle dava açıldı. Danıştay’a açılan dava Patrikhane’nin tüzel kişiliği olmadığı, yargıya başvurma ve okul açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedildi.
Cemaat okulu dönemi
Okul, teoloji kısmının kapatılmasının ardından 1971-1972 öğretim yılından itibaren ‘Özel Heybeliada Rum Erkek Lisesi’ olarak cemaat okulu statüsünü aldı.
Cemaatin erimesi sonucu okul için yeterli öğrenci olmaması dolayısıyla dönemin İstanbul Rum Patriği Dimitrios, 4 Ağustos 1984 tarihli yazısıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na okulun artan bürokratik ve mali yükler dolayısıyla kapatılması talebinde bulundu. Bu talep kabul görmeyince Patrikhane 1984’te okulu fiili olarak kapattı.
Patrik Bartholomeos ile başlayan açılma girişimleri
Okul, kapatıldıktan sonra 1990’lı yıllara kadar ‘uyku’ dönemine geçti. 1991’de Bartholomeos’un patrik olmasıyla okulun açılması girişimleri canlandı. Patriğin bu yönündeki ilk ciddi girişimlerinden bir tanesi dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’a Nisan 1996’da gönderdiği mektup oldu. Patrik o dönemde ABD ve AB nezdinde de birçok girişimde bulundu. Avrupa Parlamentosu Ekim 1996’da okulun derhal açılması çağrısı yaptı. Bir yıl sonra Patrik, ABD Başkanı Bill Clinton tarafından kabul edildi ve okul ile ilgili taleplerini iletti.
Üniversite bünyesinde açılma teklifi
Patriğin girişimleri Türkiye’de hükümetin değişmesi ile devam etti. 1997’de dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ın göreve gelmesinin ardından Patrik okulun açılması yönünde umutlu olduğunu belirtti. Fakat 28 Şubat postmodern darbesi ile son bulan bu dönemde de çabaları karşılıksız kaldı.
1999’da, okulun bir üniversite bünyesinde faaliyete geçmesi gündeme geldi. Fakat cemaat bu formülü uygun görmedi.
AKP dönemi ve Atina’da cami şartı
2002’de Türkiye’de siyasi iktidarın tek partiye geçmesi ile Patriğin girişimleri de arttı. Patrik Bartholomeos, AKP döneminde birçok yetkili ile bir araya geldi.
Bu temasların sonucunda “Farklı dinlerin eğitiminin özgürce yapılabilmesi Türkiye’nin demokratik yapısının gereğidir” denildi, okulun açılmasının kolay olduğu yönünde açıklamalar yapıldı. Fakat bu döneme yıllardır okulun karşısına çıkarılan Yunanistan’dan karşılık meselesi damga vurdu.
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, okulun açılması için Atina’da bir cami açılması istediğini sürekli belirtti.
Çipras’tan tarihi ziyaret
2019’da dönemin Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, Patrik Bartholomeos ile okulu ziyaret etti. Böylelikle ilk kez bir Yunanistan başbakanı okula ziyaret gerçekleştirmiş oldu. İki ülke arasındaki ilişkilerin ivme kazandığını belirten Çipras, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile okulu açma temennisinde bulundu. Fakat Çipras’ın görevden ayrılmasını takip eden dönemde Doğu Akdeniz gerginliği dolayısıyla iki ülke ilişkilerinde tansiyon yine yükseldi.
50. yılı geçen sorun hâlâ çözüm beklerken, Türkiye’de demokrasinin ve insan haklarının temel sınavlarından biri olma özelliğini koruyor.
SELÇUK OKTAY
Tüm bunlar kamuya duyurulmasına izin verilen bilgiler. İşi derinlemesine inceleyince bakın altından neler çıkıyor. Eski Moda'lı bir Rum arkadaşım, Alman bir hanımla evlenmişti. Kızları da büyüyüp üniversite okumaya Padova'ya gitmişti. İtalya'nın en meşhur ve büyük öğrenci şehri.
Pazar sabahı da kampüsteki ayine katılmış.
Yeni birisinin aralarına katıldığını gören Papaz, kızımızdan kendini tanıtmasını istemiş. Kızımız kendini tanıtıp İstanbullu olduğunu öğrenince ona şu soruyu sormuş;
“Bana Atatürk'ün devrimlerini sayar mısın?”
(Atatürk'ün 37 uygulamasından ancak 10 adedine "devrim" denmiştir.)
Kızımız, hepimizin hatırlayabileceği kadarını saymış ama 10'unu da sayamamış. 6'dan sonrasını Papaz hatırlatmış. Ayin bittikten sonra papazın yanına gidip bunları nerden bildiğini, bu Türkiye hakkında nasıl böyle geniş bilgi sahibi olduğunu sormuş. Ona karşı Türkçe konuşmaya başlayan Papazdan Aldığı yanıt şu;
"Ben Heybeli Ruhban Okulu mezunuyum. Bu okuldan Mezun olmak için ayrıca bir de üniversite bitirme şartı vardı, Yunancayı okulda öğrenirken, İktisadi Bilimler Fakültesini bitirip, İtalyan Dili ve Edebiyatı Fakültesine de devam ettim. Yani Ruhban Okulunu bitirdikten sonra bir fakülte ve bir filoloji daha bitirmeden dünyanın hiç bir yerindeki Ortodoks Kilisesinde çalışamazsın.!"
ABD zorla, ambargo koyarak bizi ezdiği senelerde bunu bildiği için tüm Ruhban Okulu çalışanlarını ABD'ye götürmüş ve Türkiye'deki bu okulu kapatmıştı.
Balat’daki Patrikhane’ye de sızmak istemiş ama Patrikler buna hiç fırsat vermemişlerdi. Demokrat Parti zamanında Yeşilköy’e inen bir Papaza iner inmez Türk pasaportu verilmiş ve konsüle katılmaya geldiği söylenmiş olsa da aynen geri postalanmıştı. Türkiye doğumlu olmayan katılamıyor-Ruhban okuluna da Patrikhaneye de. Devşirmenin Osmanlıda çok yaygın olmasının ana nedenlerinden biri de bu idi. Osmanlı tabası olması için bir çok devlet ahalisi, Osmanlı tabasında yaşayan akrabalarına çocuklarını gönderip, Haybeliada Ruhban Okuluna katılmalarını sağlamak için akrabalarına yalvarıyorlar, ne isterlerse veriyorlardı.
1862 tarihli Rum Patrikhanesi Nizamnamesi, patriğin, “pederinden beri aslen tebea-i Saltanat-ı seniyeden olması elzemdir” şeklinde bir düzenleme getirir, yani seçilecek patriğin babasının da Osmanlı vatandaşı olma şartı aranır. Patrik, 1862 tarihli Nizamnamenin ilgili hükümleri ve 6 Aralık 1923 tarihli 1092 sayılı İstanbul Valiliği tezkeresini esas alan bir prosedürle seçilecek kişilerin Türk Vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye’de olması koşuluyla sadece din adamları tarafından seçilmektedir.
Açıkçası ABD, güç için sade Müslümanlığı değil her din, mezhep ve tarikatları kendi himayesinde çalışmaları için teşvik ediyor, destekliyor, zorluyor ya da uymayanları yok ediyor.
Fatih Sultan Mehmed’in fermanı ile sadece Osmanlı Tabası Heybeliada Ruhban Okulu’na girebilirken şimdi ABD, kendi seçtiklerini bu okula alıp dünyaya salıyor. Ortodokslar bunu biliyor ama biz Müslüman olarak hiç mi hiç, gelişmelerle ilgilenmiyor, geçmişe bakmıyor ve doğal olarak geleceğimizi de kuramıyoruz.
Hal böyle olunca da bizim geleceğimizi başkaları kuruyor.
Sal diyor salıyoruz, kal diyor kalıyoruz.
Yorumlar