Nazi yönetimi altındaki Almanya'da Propaganda Bakanının meşhur bir lafı vardı:
“Büyük bir yalanı ne kadar çok söyler ve dolaşımda tutarsanız o kadar çok inanan bulursunuz !”
Boş bir iddia değildi. İnsanlığın binlerce yıllık yöneten-yönetilen tecrübesinden damıtılmış bir gerçekti. Sonraları, buna yol açan sürecin bilimsel tanısı da yapıldı, ismi de konuldu:
Sürü psikolojisi!
"Sosyal psikolog Profesör Asch tarafından 1953 yılında laboratuvar ortamında deneyle kanıtlandı. Defalarca tekrar edilen bu deneyde, yedişer kişi seçiliyordu, uzun bir masaya yan yana oturtuluyorlardı. Aslında, bu kişilerden sadece biri gerçek denekti, diğer altı kişi profesörün ekibindendi, sanki tesadüfen seçilmiş denekler gibi davranıyorlardı, profesörün ekibi olduklarını asıl denek'e söylemiyorlardı. Asıl denek, herkesin kendisi gibi denek olduğunu sanıyordu. Asıl denek, masanın en sonuna, yedinci sıraya oturtuluyordu. Tam karşılarına aşağıda gördüğünüz iki kart yerleştiriliyordu.
Birinde tek çizgi var, diğerinde üç çizgi var. "Tek çizgi, diğerlerinden hangisiyle aynı boyda?" diye soruluyordu. Cevap aslında gayet belli... Elbette, C şıkkıyla aynı boyda... Ama, profesörün ekibinden olanlar bile bile yalan söyleyerek, A veya B şıkkını söylüyordu. Şıkların yerlerini değiştirerek 12 defa gösteriyorlardı, profesörün ekibinden olanlar her defasında -bile bile- yanlış seçeneği söylüyordu. Asıl denek, kendisine sıra gelene kadar, kendisinden önceki sözde deneklerin yanlış cevaplarını duyuyor, bir defa bile doğru cevabı duymuyordu. Sonra ne mi oluyordu... Asıl denek, yanlış olduğunu bile bile, göz göre göre, yanlış şıkkı söylüyordu!
Evet... Bu sosyal deney defalarca farklı deneklerle tekrarlandı, her defasında aynı sonuca ulaşıldı. İnsanların yüzde 25'i doğru bildiğinden şaşmıyor, diğerleri ne derse desin, doğruda ısrar ediyor, doğru cevabı veriyordu. İnsanların yüzde 75'i ise diğerlerinden etkileniyor, diğerlerinin söylediği yanlışı doğru kabul ediyor, kendi doğrusundan vazgeçiyordu. Yani... Toplumda her dört kişiden üçü "sürü psikolojisi"ne kapılıyordu.
Profesör Asch, deneyin sonunda, yanlış cevap veren asıl deneklerle görüşme yaptı, "niye göz göre göre, bile bile yanlış cevap verdin?" diye sordu.
Ne cevap aldı biliyor musunuz... "Herkesten farklı cevap verirsem, herkesin içinde tuhaf duruma düşerdim, çoğunluk grubuna uymayı tercih ettim, herkesin içinde mahcup olmaktan çekindim, çoğunluktan dışlanmak istemedim" cevabını aldı!
Sürü psikolojisi işte buydu... Kendilerine yanlış bile gelse, yanlış olduğunu bile bile, genel görüşe uyumlu olmayı doğru buluyorlardı. İtiraz ederek çoğunluk grubuyla tartışma yaşayacaklarına, hayatın kolay tarafını seçiyorlardı. Kendi doğrularını görmezden gelmeyi daha akılcı kabul ediyorlardı..."
Yılmaz Özdil/ Sözcü - 6.6.2025
Görünmez El: Grup Psikolojisi Hayatımızı Nasıl Şekillendiriyor?
Sosyal psikoloji ve sosyolojinin kesiştiği büyüleyici bir alan olan grup psikolojisi, bireylerin gruplar içinde nasıl düşündükleri, hissettikleri ve hareket ettiklerinin karmaşık dinamiklerini araştırır. İnsanlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan, bireysel davranış ve karar alma süreçlerinden toplumsal eğilimler ve kültürel normlara kadar her şeyi etkileyen güçlü ve çoğu zaman görünmeyen güçleri araştırır. Yönetim kurulu odasından terapi odasına, siyasi hareketlerden çevrimiçi topluluklara kadar, grup psikolojisinin ilkeleri insan davranışını anlamak için derin bir mercek sunuyor. Özünde grup psikolojisi, bir grubun parçalarının toplamından daha fazlası olduğunu öne sürer. Bireyler bir araya geldiğinde, kendine has özellikleri ve dinamikleri olan benzersiz bir varlık oluşur. İlk olarak Gustave Le Bon ve Wilhelm Wundt gibi 19. yüzyıl düşünürleri tarafından keşfedilen bir kavram olan bu “grup zihni”, bireylerin tek başlarına yapmayacakları şekilde davranmalarına yol açabilir.
Grup dinamikleri anlayışımız birkaç temel teori üzerine inşa edilmiştir:
Sosyal Kimlik Teorisi: Henri Tajfel ve John Turner tarafından geliştirilen bu teori, bireyin benlik kavramının önemli bir kısmının sosyal gruplara üyeliğinden kaynaklandığını öne sürer. Kendimizi ve başkalarını "iç-gruplar" ve "dış-gruplar" olarak kategorize ederiz, bu da genellikle kendi grubumuza yönelik kayırmacılığa ve başkalarına karşı potansiyel önyargıya yol açar. Bu durum, takım sadakatinden milliyetçi duygulara kadar geniş bir yelpazedeki davranışları açıklamaktadır.
Oluşum: Üyelerin kibar ve belirsiz olduğu ilk aşama.
Fırtına: Bireylerin rollerini ve fikirlerini ortaya koyduğu çatışma ve rekabet dönemi.
Normlaşma: Grup normlar, uyum ve ortak amaç duygusu oluşturur.
Performans Gösterme: Grup hedefleri doğrultusunda etkin bir şekilde çalışır.
Toplanma: Grubun dağıldığı son aşama.
Grup Düşüncesi: Irving Janis tarafından ortaya atılan bu terim, bir grup insan içinde ortaya çıkan ve grupta uyum veya uygunluk arzusunun mantıksız veya işlevsiz bir karar verme sonucuyla sonuçlandığı psikolojik bir fenomeni tanımlar. Uyum baskısı ve muhalif görüşlerin bastırılması, çeşitli tarihi olaylarda görüldüğü gibi felaketle sonuçlanan seçimlere yol açabilir.
Sosyal Kaytarma: Bu teori, bireylerin bir grubun parçası olarak toplu halde çalışırken tek başlarına çalıştıklarına kıyasla daha az çaba gösterme eğilimini tanımlamaktadır. Sorumluluğun yayılması kilit bir faktördür, çünkü bireyler kişisel katkılarının daha az fark edilir veya önemli olduğunu hissedebilirler.
Sosyal Kolaylaştırma: Sosyal aylaklığın aksine sosyal kolaylaştırma, insanların başkalarının yanında yalnız olduklarından daha farklı performans gösterme eğilimidir. Basit veya iyi prova edilmiş görevlerde performans artma eğilimindeyken, karmaşık veya yeni görevlerde performans engellenebilir.
Grup psikolojisinin resmi olarak incelenmesi nispeten modern bir çabadır, ancak kökleri, kalabalıkların davranışlarını inceleyen Fransız sosyolog Gustave Le Bon'un çalışmalarıyla 19. yüzyılın sonlarına kadar izlenebilir. Psikolojinin öncülerinden Wilhelm Wundt da kolektif bilinci araştırmıştır. Bununla birlikte, 1940'larda grup dinamiklerini meşru bir bilimsel araştırma alanı olarak sağlamlaştıran kişi, genellikle "modern sosyal psikolojinin babası" olarak kabul edilen Kurt Lewin olmuştur. Lewin'in eylem araştırması ve bireylerin sosyal çevrelerindeki “yaşam alanlarına” yaptığı vurgu, sonraki araştırmaların çoğuna zemin hazırlamıştır.
20. yüzyılın ortalarında, İkinci Dünya Savaşı'nda yaşanan olaylar ve itaat ve propaganda gibi olguları anlama ihtiyacının körüklemesiyle grup dinamiklerine olan ilgi artmıştır. Bu dönem aynı zamanda Joseph H. Pratt, Trigant Burrow ve J.L. Moreno gibi öncülerin grup ortamlarının terapötik potansiyelini fark etmesiyle grup psikoterapisinin yükselişine de tanıklık etmiştir. Irvin Yalom'un daha sonra grup terapisinin terapötik faktörleri üzerine yaptığı çalışmalar oldukça etkili olmuştur.
Grup psikolojisinden elde edilen içgörüler, çok sayıda alanda pratik uygulamalara sahiptir:
İşyerinde: İşletmeler, etkili ekipler oluşturmak, liderliği geliştirmek ve olumlu bir kurum kültürünü teşvik etmek için grup psikolojisi ilkelerinden yararlanır.
Terapi ve Danışmanlıkta: Grup terapisi, bireylerin deneyimlerini paylaşmaları, başkalarından öğrenmeleri ve yeni başa çıkma becerileri geliştirmeleri için destekleyici bir ortam sağlar.
Eğitimde: Öğretmenler ve eğitimciler, işbirlikçi öğrenmeyi kolaylaştırmak, sınıf davranışlarını yönetmek ve kapsayıcı öğrenme ortamları oluşturmak için grup psikolojisi ilkelerini uygularlar.
Sosyal Değişim ve Aktivizm içinde: Grupların nasıl harekete geçtiğini, kamuoyunu nasıl etkilediğini ve mevcut güç yapılarına nasıl meydan okuduğunu anlamak, toplumsal hareketlerin ve siyasi kampanyaların merkezinde yer alır.
Dijital Çağda: Sosyal medyanın ve çevrimiçi toplulukların yükselişi, grup oluşumu ve etkileşimi için yeni yollar yaratmıştır. Araştırmacılar bu sanal grupların dinamiklerini ve bunların bireysel kimlik ve toplumsal söylem üzerindeki etkilerini aktif bir şekilde incelemektedir.
Sonuç olarak, grup psikolojisi birey ve guruplar arasındaki karmaşık etkileşimi anlamak için hayati bir çerçeve sunmaktadır. Davranışlarımızın çoğunun sadece bireysel kişiliklerimizin bir ürünü olmadığını, ait olduğumuz gruplar tarafından derinden şekillendirildiğini ortaya koymaktadır.
Kişilik sahibi olmak, bu tavrı gösterebilmek ve boyun eğmemek ise çok pahalıdır. Yine de bunun bedelini ödemekten çekinmeyenler, başlarını dik tutanlar, geleceğe örnek olmak için değil, kişilik sahibi olmanın ne anlama geldiğini hatırlatanlar az da olsa bulunur. Halbuki sürü bakılır, yemlenir, kollanır ve etinden, sütünden faydalanılır. Kutsal kitaplar ise bunun iyi bir şey olmadığını yazar ama pek okuyan olmadığı için çok da bilinmez.
“Ey iman edenler râinâ demeyin unzurna deyin.”
“bizi davar gibi güt diye konuşmayın; bize bak, bizi kolla diye konuşun ve dinleyin”.
İşin özü;
1) İnsan olmak;
2)Kişilik sahibi insan olmak;
Böyle bir temennide bulunacağım aklıma bile gelmezdi, bu cahiliye döneminde bile.
Yorumlar