27 Ekim 2025, Pazartesi
Çetin ÖZBEY
Çetin ÖZBEY [email protected]

EYY! SEKTÖR ÇALIŞANLARI: BÖYLESİ (?) BİR DAHA YAŞANMAZ DEMEYİN. OLMAZ OLMAZ DERLER YA.





Kanun koyucular mutlak ve mutlak iyi niyetliydiler. Ama bir gün anlatımdaki tür yöneticilerin olabileceğini hiç düşünmemişler / düşünememişler? Hele bir okuyun.

ÖRNEK YAŞANMIŞ: Zor ama, şayet becerebilirsem konuyu kısa geçeceğim. Geçmiş günlerin birinde bir kuruluş çalışanlarını aşağıdaki gerekçeleri öne sürerek işten çıkarttı. Ve de bu duyuruyu iş akdi feshedilenlere resmi tebligat yapmadan yazılı basın ve sanal medyaya basın bülteni olarak gönderdi. Çalışanları e-mail yolu ile bilgilendiren şirket söz konusu personele resmi tebligatı bir sonraki gün yaptı.



İş akdi feshedilenlerin çok büyük bir kısmı işe iade talebi ile hukuka başvurdu. Davalar yerel mahkemelerde çalışanların lehine sonuçlandı. Kurum konuyu istinaf mahkemesine taşıdı. Burada da alınan karar “fesih işlemlerinin geçersiz nedenle” yapıldığı yönündeydi. Kurum durmadı ve karara itirazını yargıtaya taşıdı. Yargıtay İstinaf mahkemesinin kararını onayladı.

En düşündürücü husus ise kurum avukatlarının şirketlerince yapılan basın bültenini dikkate almayıp tensikatın personel fazlalığı nedeniyle yapıldığını öne sürmeleri ve iş akdi feshedilenlerin içinde FETÖ’cü bulunmadığını beyan etmeleriydi. Çalışanların avukatları kısa bir süre sonra kurumun işten çıkartılan personelin görev yaptığı üniteler için personel arama ilanlarını ibraz ederek iddiayı çürütmüşlerdi. Ve kurum avukatlarının bu savunmaları mahkeme tutanaklarına geçti.

Meğer şirketin yetkili kurulu bu insanların tümünün Çalışanların “İşletmesel Gereklilikler nedeniyle işten çıkartılmasına karar vermiş. Peki basına bu haber bültenini kim sirküle etti acaba? Kim kaleme aldı bu bülteni? Planlayıcı metin yazarları hiç ortaya çıkmadılar.

Söz konusu listede şirketin “temininde güçlük çekilen” çalışanları da vardı. Personelin müracaatı üzerine Devletin bir Genel Müdürlüğü söz konusu şahıslara verilecek olan resmi bir belge için devletin önde gelen ve iştigal sahalarının içinde ülkemizin güvenliğinin de bulunduğu önemli kuruluşlar ile yazıştı. Tabii ki bu yazışmalara söz konusu tensikata muhatap olanların listesi de ek olarak kondu. Zira araştırılmasının istendiği kişiler listede kayıtlıydılar. Bu araştırmayı yapan kuruluşlar söz konusu

şahısların kayıtlarında herhangi bir suç unsuru bulunmadığını soruyu yönelten devlet kuruluşuna bildirdiler. Dolayısı ile söz konusu listenin ve akdin feshi gerekçenin yanlışlığı bir kez daha ispatlanmıştı. Tüm bunlara rağmen işveren işe iade kararını uygulamadı.

Evet söz konusu çalışanlar iş aramaya başladılar. Şirket tarafından basına verilen bültenden kamuoyunun aklında kalan ise yalnız ve yalnız Ülkemizin ve şirketimizin güvenliği ve çıkarlarına ters düşecek her türlü tutum ve davranışlar kapsamında FETÖ yapılanmasına müzahir olmaktı” Tabii ki senelerce söz konusu personelin yeni iş arayışları sonuç vermedi.

İnsanlar ve aileler perişan olmuştu. Oynanan bu oyunun sahnedeki dikkat çeken oyuncuları, bu listeyi hazırlayanlar ve konuya ilişkin ilk basın duyurusunu kaleme alıp çalışanlara fesih ile ilişkin tebligat yapılmadan yazılı ve sanal medyaya gönderip haber olmasını sağlayan gayretkeşlerdi. İnsanlara bunu yaşatanlardan baş rolü oynayanlar bugün herhalde görevlerinden ayrılmışlardır. Figüranların bazıları ise halen kuruluştadır mutlak.

İşverenin istemediği kişiyle / kişilere çalışmaya zorlanmaması doğrudur; eski bir yönetici olarak ben de bu görüşü paylaşıyorum. Ancak çalışanın da haksız gerekçelerle  haksız bir şekilde damgalanıp işten çıkartılması bir yana mesleki konuları ile ilgili iş yaşamından dışlanması tabii ki adil değil.  GERÇEK ADALET ANCAK HEM İŞVERENİN HEM DE İŞ AKİTLERİ FESHEDİLENLERİN HAKLARINI DENGEDE TUTABİLMEKLE SAĞLANABİLİR. Bunun yapılabilmesi ise ancak kanunda (ilgili maddesinde) değişiklik yapılması ile mümkün. BUNUNDA YOLU VE KİMİN / KİMLERİN YETKİSİ İLE GERÇEKLEŞTİRİLEBİLECEĞİ AÇIK. MEVZUATDA BELİRLENMİŞ. Kanun teklifi verme konusunda yetki Milletvekillerimizindir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun en çok dikkati çeken hükümlerinden biri, haksız yere işten çıkarılan çalışanın “işe iade” hakkıdır. Bu hüküm, çalışanı koruma amacı taşır; zira iş güvencesi olmadan emeğin değeri eksik kalır. Ancak kâğıt üzerinde “adil” görünen bu düzenlemenin, uygulamada çoğu zaman adalet duygusunu tam olarak karşılamadığı görülüyor.

Evet işverenin önünde iki seçenek vardır: Çalışanı işe başlatmak ya da “işe başlatmama tazminatı” ödeyip konuyu kapatmak. Uygulamada çoğunlukla ikinci yol tercih edilir. Demek ki parayı vermeyi göze alan şirket istemediği çalışanını işten atabilecektir   Hele hele tazminat bedeli karar verenlerin cebinden çıkmıyorsa.

Bu tercihin gerekçeleri anlaşılabilir. Bozulan güven ilişkisi, iş ortamında yeniden birlikte çalışmanın zorluğu, iç dinamikler... Bunlar işletme yönetimi açısından gerçek sorunlardır. Fakat bu tercih, çalışanın insani tarafında ağır bir yara açar. Çünkü mahkeme sürecinde işverenin öne sürdüğü gerekçeler, haksız bulunsa bile ortada kalır. “Disiplinsizlik” veya “yetersizlik” etiketi, sektör içinde dolaşır durur. Bu etiketin bir insanın kariyerine verdiği zararı hiçbir tazminat onarabileceğini düşünemiyorum.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin birçok kararında belirtildiği gibi, işe iade kararı, “iş ilişkisinin yeniden kurulması” için bir fırsat tanır. Fakat bu fırsat, taraflardan biri istemiyorsa fiilen gerçekleşmez. Hukuk açısından bu doğru görünse de adalet duygusu açısından eksik kalır.

Bugün birçok çalışan, mahkemede haklı çıksa da kendisini iş yaşamından dışlanmış hissediyor. Tazminat, geçim kaynağını bir süre güvence altına alsa da mesleki itibarın yerini tutmuyor. Bir davayı kazanmış olmak yaşamdaki bu tür bir yenilgiyi gizleyemiyor.

Belki de şu soruyu sormalıyız: Adalet, yalnızca hükmün tebliğ edilmesi midir, yoksa insanın onurunun korunması da o hükmün bir parçası mıdır? Olmalı mıdır?

Çalışanla işveren arasındaki ilişki, yalnızca ücret ve emek denkleminden ibaret değildir. Bu ilişki güven, saygı ve hakkaniyet üzerine kurulur. Bir tarafın “haklı” çıkmasıyla değil, her iki tarafın da kendini “adil” bir ortamda bulunduğunu hissedebilmesiyle anlam kazanır.

1) Evet bu yazıdaki resimler çok şey söylüyor. Bu konu için Milletvekillerimize başvurunuz. Başvurun ki onlar kanunun ilgili maddesinin gerek işveren ve gerekse çalışanlar açısından dengede olacağı bir değişikliği düşünüp, taşınıp önerebilsinler. Bu sıkıntıyı çekenler çekti, ancak önerilecek / yapılacak muhtemel bir değişiklik bundan sonra çalışanların bu tür yanlışlar yaşamasının önüne geçecektir

2) Hâkim, davalı veya davacının mahkeme esnasında yalan söylediği hususunda YETERLİ DELİL VEYA EMARE ELDE EDERSE nasıl bir işlem yapar. / yapabilir?  Mevzuata bakınca mahkemede yalan söylemenin yalnız tanık sıfatı taşıyan kişiler açısından suç teşkil ettiği

Görülüyor. Ya davalılar. Onların mahkeme heyetine yalan söylemesini kanunlarımız mübah mı sayıyor? Bunun müeyyidesi nasıl olmaz? Eğer olsaydı örneğimizde yer alan ve belgelenerek mahkeme tutanaklarına geçen yalanları söylemeğe işverenler ve vekilleri nasıl cüret edebilirlerdi? Niçin çalışanlar gerçek olmayan nedenlerle iş akitlerini fesheden / kendileri ile ilgili karar veren şirket üst yöneticilerini dava edemiyorlar da şirket hakkında şikayetçi oluyorlar?  Mahkeme sonunda YALANLAR ortaya çıkınca iş akdi feshedilenlere karar uyarınca yapılan tazminat bedelini neden bu yöneticiler, kendileri ödemiyorlar? Eğer kendileri ödeme durumunda olsalardı mahkemelerde bu tür yalanları ifade edebilirler miydi? Tabii ki hayır. Durumu Milletvekillerimizin takdirine sunalım. Bu bir suç değildir.

Anlatılan yaşanmıştaki gibi işe iade davasını bir değil, iki defa değil, üç kez kazanan bir çalışan, işine dönemediğinde kendini yine de “kaybetmiş” hissediyorsa, ortada çözülmemiş bir mesele var demektir. Ve belki de en çok o zaman, hukuk değil ama vicdan, yeni bir hüküm vermelidir.

Talep insanidir. İşverenin ve çalışanın hakkını dengede tutacak bir değişikliğin yapılmasını yetki sahibi milletvekillerinden talep etmemiz tekrar ediyorum bir suç değildir.

İSTENİLEN İŞVEREN VE ÇALIŞANIN İŞE İADE KONUSUNDAKİ HAKLARINDA DENGELİ BİR UYGULAMA ŞEKLİ TESİS EDİLMESİNDEN ÖTE DEĞİL.

YUKARIDAKİ KONUDA BİR YAŞANMIŞ NAKLEDİLDİ SİZLERE. VE DE İLERİDE BENZERLERİNİN TEKRAR YAŞANMAMASI İÇİN BU MEVZUATIN İLGİLİ MADDESİNİN DEĞİŞTİRİLEREK DAHA DENGELİ BİR HALE GETİREBİLMESİ İÇİN YAPILMASI GEREKEN HUSUS ANLATILDI.  GÖRÜŞÜMÜ PAYLAŞMIYORSANIZ YAZIYI YOK FARZ EDİN. YİNE DE BAZI OKURLARIN KONUYU YORUMLARI İLE TIRMANDIRMAMASI İÇİN YAZIMIN YORUMA KAPATILMASI HUSUSUNDA AİRPORTHABER YÖNETİMİNE MÜRACAAT EDECEĞİM. KUSURUMA BAKMAYINIZ LÜTFEN.

EYY! SEKTÖR ÇALIŞANLARI: BÖYLESİ (?) BİR DAHA YAŞANMAZ DEMEYİN. OLMAZ OLMAZ DERLER YA.

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000