Bir mail düştü posta kutuma. Bana ulaşmak istiyordu. Allah biliyor ki bana düşen hiçbir maili cevapsız bırakmadım. Hemen cevap verdim ve ardından bir büyük sorun yumağı çıktı. DHMİ radar istasyonlarında güvenlik hizmeti veren güvenlik personelinin sahipsizliğinden bahsediyorum.
Enes Çakmak meydanlara ziyaretler yapardı. Resimler çektirip personel ile samimi görüntüler paylaşırdı. Henüz genel müdür olmadan yaptığı bu ziyaretler ve sıcak görüntüler DHMİ çalışanları arasında sempati toplardı.
Bu görüntülerde kimi zaman bir güvenlik personeli, kimi zaman bir kontrolör, kimi zaman itfaiye personeli, kimi zaman bir devlet memurunu görürdük yanında.
Ama hiç dağ başında bir güvenlik personeli ile görmedik. Bazen ayazda, bazen tipide, bazen güneşte, doluda, bazen fırtınada ama hep ıssız, hep ürkütücü, geceleri alaca karanlık, gündüzleri sadece dağ manzarası seyredersin.
Onlar konforu değil zoru tercih ettiler ve belki de son çareleri buydu. Sistemin dayattığı “dayın varsa konforun var” seçeneğinde dayısı olmayanların kaderidir dağ başı.
Ve onlar yemeklerini kendi pişirmek zorundadır ya da sefer tasına koydukları bir tas çorba, iki zeytin bir dilim peynir ile hayatları pahasına korurlar devletin zimmetli mallarını.
Onlara ne sendika sahip çıkar ne de bir dernek.
Seslerini de duyuramazlar. Seslerini duyurmak da bize düştü. Çünkü biz kimsesizlerin kimi, haksızlıkların sesiyiz. Çünkü biz yolsuzlukların keskin kılıcı, adaletsizliğin sözcüsüyüz.
Hal böyle olunca bir kardeşimizin aktardığı bilgileri sizlerle paylaşalım.
Sözünüzü yerine getirin. “Ben harcırah talep etmiyorum” diye zorla imzalattığınız belgeleri yırtın atın. Ben tazminat kabul etmiyorum diyen bir eleman gördünüz mü?
Niye bu arkadaşları garip guraba sanıyorsunuz?
Ben söyleyeyim. Dayıları yok.
Dayısı olsaydı dağ başında ne işi vardı. Gider ballı kaymaklı işlerde çalışırlardı. Hatta bir belediyede bankamatik memuru olabilirlerdi. “İstifa ederse yedekte onlarca, yüzlerce bekleyen var” mantığı hakim olmazdı.
Enes Çakmak bey, belki sizin radarlardan haberiniz yoktur ve belki de ayağınıza taş değer/çamura saplanırsın diye gitmemiş olabilirsin. Sana zahmet bir radar üssünü ziyaret et. Zira sende o ışığı görüyorum.
Onları sadece sen dinle. Yanında hiçbir yönetici olmasın. Yöneticileri ile gidersen onlar sana açılamaz. Dinlediklerin senle güvenlik arasında sır kalsın. Kafana yatarsa onlara güzellik yapıp çalışma şartlarını iyileştirirsin. Kafana yatmazsa zaten biliyorum ne yapabileceğini.
Havalimanlarımız Rekor Üstüne Rekor Kırıyor.
Mesela İstanbul Havalimanı açıldığı günden sonra 18 Temmuz itibari ile en yüksek uçak iniş/kalkışına ulaştı. Açıklanan rakama göre 1695 sayıya ulaşıldı. Bu mükemmel açıklamaya Sabiha Gökçen tüm zamanların yolcu ve uçak iniş/kalkışı olarak cevap verdi. SAW 832 uçuş 148 bin 59 yolcuya hizmet vermekle övündü.
Yani bir yandan İGA diğer yandan SAW aynı gün iki ayrı açıklama ile kendi rekorlarını kamuoyu ile paylaştı.
Bir nevi yarış halindeler. Kategorik anlamda birbirine farklı iki meydan. Birisinden okyanus ötesi uçuşlar yapılabiliyor, diğerinden en fazla İngiltere.
Şu dikkatimi çekiyor. İGA ile ilgili açıklamayı kendi kurumsal kimlikleri haricinde Ulaştırma Bakanı Uraloğlu kendi sosyal medyasından paylaşıyor.
SAW’ın açıklamalarını başarılı bir HEAŞ personeli gerçekleştiriyor. Ali İmran Alpat adını sıkça duyabilirsiniz. Alpat, kurumsal iletişimde çalışıyor
HEAŞ’ı kutluyorum. Havalimanı işletmeciliğini ciddi anlamda önemsiyorlar.
Yorumlar