Evet; Türk Hava Yollarımız Nepal’de bir olay yaşadı. Şükür ki; ucuz atlatıldı. Konunun uzmanları bu olayın üzerinden makul bir süre geçtikten sonra olayı mercek altına alarak görüş oluşturacaklardır. Değerli yolcularımıza, Türk Hava Yolları camiasına, uçuş ve kabin ekibine, tekrar geçmiş olsun diyorum.
Bu kazaya ilişkin bir Yorum okudum Airporthaber’ de. “ Pilotları 100 metre görüş mesafesinde oraya inmeye zorlayan psikolojik baskıyı yaratan acımasız zihniyettir tek sorumlu. Haydi, bakalım biraz daha baskı. “ Ve de sonuçta aynı kapıya çıkan benzeri yorumlar vardı.
Sivil Havacılık camiasında hiçbir yönetimin divert etmesi gereken bir uçağı inmeye zorlayacak idari yaptırımlar uygulayabileceğine inanabilmek mümkün değil. Bir uçağın divert etmesinin bilindiği üzere belirli şartları var. İniş havalimanındaki hava koşulları limitlerinin uçağın güvenle inişine uygun olması tabii ki olmaz ise olmazı bunun. Katmandu – Triphuwan Havalimanı otoritesinin iniş için görüş mesafesinin yeterli olduğuna ilişkin bildirimi de yer aldı gazetelerde. Neden kimsenin aklına pistte buzlanma vb. diğer nedenler gelmez ki. Anlamak mümkün değil? Türk Hava Yollarının yaşadığı olaydan bir gün sonra NYC’ ta Delta Havayollarının bir uçağı da iniş esnasında pistten çıktı ve 172 yolcu aynı şekilde uçaktan indirildi. Uçağın olay sonrası görünümü de bizimkinden farklı değil gördüğüm kadarı ile. Bu tür olayları bu şekilde yorumlayan kafaların öncelikle bir uçağın divert etmesine ilişkin kararın nasıl alındığını bilmeleri gerekir. Cock-pit ekibi iniş havalimanı ile ilgili gerekli tüm bilgilere sahip olan Uçuş Hareket Kontrol Merkezi ile istişare ederek ( son söz kaptanın olmak üzere ) inişe veya iniş meydanının değiştirilmesine müştereken karar verirler. Bir adım öte Sn. Hamdi Topçu dâhil hiçbir yönetici pilot’a neden divert edildi diye hesap soramaz ve yaptırım uygulayamaz. Sonuçta 235 can var uçakta. Ve de Türkiye’de çok ucuz denmesine rağmen insan hayatı bu kadar da ucuz olamaz.
Kaldı ki; tüm insanların kendilerini üst seviyede koruma güdüsüne sahip oldukları açık. Dolayısı ile yetkili şahıslara çok büyük manevi, maddi ve vicdani sorumluluklar yüklemesi muhtemel olan bu tür uygunsuz talimatların, kurumun 3000’ni aşkın personele sahip ünitesinin neredeyse geneline verilmiş olması eşyanın tabiatına da aykırı. Böyle bir talimatın gizli kalabileceğini düşünmek saflık ötesi büyük bir aptallık olur. Yorumu yazan beyin bunu da mı düşünemiyor anlaşılması zor. Tabii ki THY yönetiminin hatalı olduğu bir konu var. O da bu tür kafaları (?) şirkete almak ve barındırmak. Her ne kadar maddi, manevi ve vicdani sorumluluğu hiçbir şekilde aynı seviyede olmasa ve de kıyas edilemese de bu kafaların bu tür yıkıcı yorumları kimlik belirtmeden yapmaları da bir anlamda kendilerini koruma güdüsünden kaynaklanmıyor mu? Sizce üst yöneticilerde kendilerini koruma güdüsü yok mu dur?
Çalışanların bir bölümünce siyasi İktidarın uzantısı olarak kabul edilen THY üst yönetimini yıpratmak amacı ile sivil havacılığın olmaz ise olmazı olan “ Güvenlik ilkesini “ hizmetten yararlananlar gözünde zedelemeyi amaçlayan bu tür hareketlerde bulunanların kurumdan çalışmaları karşılığında sağladıkları gelirin de “ helal “ olduğunu düşünemiyorum.
Ben THY’ nın eski bir mensubuyum. Yönetimin bazı icraatlarını tasvip etmek bir tarafa birçoğuna sempati ile yaklaşmam bile mümkün değil. Ancak bu olaya, kurumu kamuoyu nezdinde yıpratmanın ötesinde hiç bir işe yaramayacak tarzda yaklaşanlara da sessiz kalmak doğru değil. Yönetimi yıpratmak istemekle, kurumu zedelemek farklı şeyler. Çok ince bir çizgi var arada. Evet; sapla samanı ayırabilmek özel bir kabiliyet ister. Şayet bu ayırımı yapamazsanız gün gelir, kurum bu samanı yedirir insana. Kimi neyi desteklerseniz destekleyin. Kimin tarafından olursanız olun, fark etmez. Kurum unutmaz, kendisine yapılanı. Bunu böyle bilesiniz.
Bu husus, Türk Hava Yolları açısından basit bir yönetimsel konu değil. Yazılanların ise yönetimi eleştirmek olarak kabulü mümkün değil. Eğer kuruluşunuzda özellikle uçuş güvenliği ile ilgili bu denli önemli, can alıcı konular mevcutsa bunları açıklıkla ortaya koymak ve tartışmak yerine yaşanması muhtemel bir takım kişisel olumsuzlukların göze alınamaması nedeni ile hayati öneme haiz bu konuların kimlik gizleyerek uluorta paylaşılmasının ne tür bir yaklaşım olduğunu değerlendirmenize sunuyorum. Buna okuyanlar karar verir.
Bu görüşümden ötürü okurların bir bölümünün bana pek de hoş olmayan yorumlar yazacaklarını tahmin ediyorum. Boşuna zahmet etmesinler zira okumayacak ve bunları cevaplamayacağım.
Ben hiçbir havayolu yöneticisinin uçuş güvenliği ile ilgili konularda pilotlara şu veya bu şekilde müdahale edeceğine inanmadığım gibi, pilotlarımızın da THY yönetiminin bu konulara müdahil olmasına imkân verecek tavizler sunmayacakları konusunda şüphe duymadığımı inanç ve ısrarla tekrarlıyorum. İsterim ki, THY hizmetinden yararlananlarda buna inansın.
THY ÇALIŞANININ ŞİRKETİNİ DAVA ETMESİ.
Geçen hafta Hürriyet İnsan Kaynakları ekinde Zeynep Mengi çalışanların ve işverenlerin birbirleri ile ilgili hukuki işleme başvurma nedenlerini inceleyen bir yazı kaleme almışlardı. Bu yazıda İşverenlerin ve iş görenlerin hangi konularda anlaşmazlıklarını hukuki platforma gönderdikleri konu ediliyordu. Faydalı bir yazıydı. “2014 yılında Yargıtay’ın iş davaları ile ilgilenen daireleri 160 bin dosyayı karara bağladı. Çalışanlar işverene en çok ihbar, işe iade, fazla mesai konulu davalar açarken, işveren de çalışanına en çok rekabet, ihbar ve eğitim bedeli konularında dava açıyor Avukatlar pek çok çalışanın haklarını bilmediği için dava açmadığını söylüyor “ şeklindeydi yazının girişi. Çalışanlara 01 Mart tarihli Hürriyet Gazetesinin İnsan Kaynakları ekinin 1 ve 8 nci sayfasında yer alan yazıyı okumalarını öneriyorum.
Bu önerimin yazımın aşağıda yer alan kısmı ile tenakuz yarattığını düşünmeyiniz lütfen. Yazının devamı yalnız üst yöneticilerin davranışları ile ilgili. Konum tabii ki hakları istismar edilen ve haksız yere düzmece nedenlerle iş akitleri feshedilen iş görenler değil.
Hürriyet IK yazarı Zeynep Mengi Öztel’in bu yazısı beni çok uzaklara götürdü. Bir üst Yöneticinin belirli konular dışında ( yüz kızartıcı konulardaki haksız suçlamalar ) çalıştığı şirketi konusu ne olursa olsun mahkemeye vermesi üzerinde hayli düşünülmesi gereken bir konu. Hele hele o şirket, sizi genç yaşta alıp öyle veya böyle 40 sene bağrına bastı ve yetiştirdi ise o şirketi mahkemeye vermek iyice zor hatta imkânsız gibi. İşte benim durumum buydu. Türk Hava Yollarına 1971 yılında girmiştim. 2002 yılına gelene kadar her kademesinde çalışmıştım. Son iki sene üst yönetimle bir, iki konuda anlaşmazlığımız oluştu. Konumuz bunlar değil. THY’ den dışlanmam ise hiç değil. Mutlak herkesin kendi açısından haklı olduğu noktalar ve de başka bir deyişle kendilerini bu işlemi yapmaya mecbur bırakan nedenleri mevcuttu. Konumuz salt saygıdeğer IK yöneticilerinin tepelere nasıl yaranacaklarını araştırıp, yalnız Çetin Özbey’i kurumdan uzaklaştırmakla kalmayıp bu konuda yapılabilecek en kötü hatayı onlara empoze etmeleri ile ilgili.
Evet; kendileri dışında yalnız belirli insanları seven ( Bunun yalnız THY için değil tüm kurumlar için geçerli olduğunu daha sonraları gördüm) İnsan Kaynakları ünitesinin başındakiler, Çetin Özbey’in hukuki yola başvurarak işe iade talebine engel olacak tek yöntemi bulmuşlardı. O da bu insanın işgal ettiği kadronun iptaliydi. Ve kararı buna göre yazıp konuyu çözüme kavuşturmanın gururu ile Yönetim Kuruluna sunmuşlardı. Hiç düşünmemişlerdi ki o üst makamda istenmeyen bir insan mahkemeden işe iade kararı alsa bile ( o günde bu kararı alabileceğimden hiç şüphem yoktu) aynı işveren temsilcileri ile nasıl çalışabilirdi ki? Bu mümkün olabilir miydi? Bunu düşünebilmek için aşırı bir zekâya sahip olmak gerekli olmamasına rağmen bu kadarını düşünmek bile öneri sahiplerine zor gelmişti mutlak. Tabii destekleyici olan Diğer Genel Müdür Yardımcılarına da.
Yanılmıyorsam iş akdimin feshine ilişkin yönetim kurulu kararı şöyleydi. “ Genel Müdür Yardımcılığı ( Yer İşletme ) kadrosunun iptali ve Çetin Özbey’in taşıdığı bu unvana uygun ( eş değer ) başka bir kadro bulunmaması nedeni ile adı geçenin iş akdinin bildirimli olarak feshine“ vb.. Araştırsam bulurum ama bu veya benzeri şekildeydi dışlanmamın gerekçesi. Hatırlamıyorum, en başında tasarruf tedbirleri veya çalışan adedinin azaltılması vb… bir cümle de yer alıyor muydu?
Oysaki YK Başkanı ve Genel Müdür her ikisi de beni iyi tanırlardı. Şayet beni çağırsalardı kendilerini ( yüz kızartıcı bir konuda haksız bir suçlama olmaması nedeni ile ) hiçbir şekilde bu denli çok şey borçlu olduğum kurumu veya kurumu temsil eden tepe yöneticilerin aleyhinde dava açma yoluna gitmeyeceğim hususunda ikna edebilirdim. Çağırmadılar. Belli ki kendilerine çok önemli gördükleri iki konuda karşı çıkmam onları benim düşündüğümden de fazla sinirlendirmişti. Kaldı ki; O güne kadar Türk Hava Yollarında şirketi mahkemeye veren üst yönetici de bildiğim kadarı ile pek yoktu. Ve yine kaldı ki dönemin Özelleştirme faaliyetlerinden sorumlu Bakanı beni “Takanik” isimli bir teknede öğle yemeğine davet etmiş ve bu projeden vazgeçmemem halinde sonunun kötü olacağını açıkça ifade etmiş ve konuşmasını “ şimdi top sende “ sözleri ile noktalamıştı. Evet; top bendeydi ama maçın hakemi benim üstlerim değildi. Maçı birileri uzaktan, Ankara’dan yönetiyordu. Sn. Bakan bile çalınan düdüğe bakan bir yan hakemdi. O da belki. Bunu anlayabilmek zor değildi. Ben de topa bildiğim gibi vurmuştum. Her hangi bir şey için mücadele etmek ayrı bir konu kurumun ve çalışanların aleyhinde olacak bir yöntemi uygulamak çok başka bir şeydi. Bunu düşünebiliyordum. Bu olay fazlası ile içimi burkmuştu. Çok üzülmüştüm. Hatta sonraki günlerde hırsımın depreştiğini bile hatırlıyorum. Çetin’i öyle veya böyle, haklı veya haksız saf dışı bırakmakla kalmayıp ( haksız olsam bildirimli fesih yapamazlardı ) diğer insanların ilerlemelerine de engel olmuşlar ve o tarihlerde yaklaşık 2000 çalışanın bağlı olduğu bir Genel Müdür Yardımcılığını ilgisiz bir diğer Genel Müdür Yardımcılığına bağlamışlar ve bir çalışanın maaşından tasarruf etmişlerdi.( ? ) Böyle düşünmeye mecburdum zira yerli veya yabancı tüm havayollarında aynı makam kaçınılmaz olarak mevcuttu.
Hatırlar mısınız bilmem. İktidar değişip 2003 yılında THY üst kadrolarına da atama yapılınca, yeni Yönetimin ilk işlerinden biri Genel Müdür Yar İşletme Yardımcılığını yeniden ihdas etmek ve atama yapmak olmuştu.
Evet; üst Yöneticilerin çalıştığı şirketi veya patronun temsilcilerini mahkemeye vermesi herkesin içinin kaldırabileceği bir husus değil. Hani bir söz vardır. “Kişiyi nasıl bilirsin? Kendin gibi” O zamanki yöneticilerim de kuruma karşı benzeri davranışa girecek insanlar değildi. Bu konudaki asaletlerinden zerre kadar şüphem yoktu. Demek ki beni kendileri gibi bilmemişlerdi. Ya hata bendeydi veya makamlar ve yaşananların menfi etkisi insanların doğru düşünmesini engelliyordu. Karar sizin. Sizce hangisi doğru?
Yorumlar Tüm Yorumlar (32)