Anlamlı, doyumlu ve sağlıklı bir yaşam kaliteli bir yaşamdır. Kalite iş yerinde, toplumda sürekli etkileşim yumağı içinde olduklarının farkında olan ve yalnız BİZ bilinci’ ne varmış kişilerin gerçekleştirebileceği bir olgudur. Tabii ki bu BİZ ifadesi KALİTEYİ SUNANLAR tarafından ayrımcılık, ötekileştirme ve insan kayırmacılığı anlamında kullanılmıyorsa
Muhtemelen aptal bir, iki yönetici yüzünden genç biri canına kıydı. Neyse ki yaşadıklarını bir video çekimi ile kamuoyuna anlattıktan sonra. Bakıyorum da yaşananlar sisteme oturuyor gibi. Şimdi ise sağından solundan bu işe bulaşanlar sorumluluktan nasıl kurtuluruz hesabı içinde. Onlar kurtulur ve konu bir şekilde kapatılır. Peki Sonuç? Ne mi oldu? Vah gidene.
1)Herkes her şeyi istediği, işine geldiği gibi anlamakta, düşünmekte özgür. Ama yine de bunu diğer bir insana aksettirirken kendine yakıştırdığı gibi, unvanına ve kişiliğine yakışıp yakışmadığını hiç düşünmeden naklediyor.2) İnsan benimsediği ve yaptığı kötülüklerin bir gün mutlak kendisine geri döneceğini düşünmüyor. Oysa ki bir önceki örnekle yaşamıştı
Sorumluluktan kaçmak; insanın kendisine ihaneti olur. İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil, prensipleri, sorumlulukları ve inançlarıdır. Sahip olunan her şey, her fırsat, kullanılan her yetki doğru olan insanlara mutlak bir sorumluluk yükler. Tüm haklarımızın sorumIuIukIarımızı yerine getirdiğimiz sürece korunacağını unutmamamız gerekir.
Az unutup çok hatırlayan delirir derler ama geçmiş yaşanmışları hatırlamakta yine de fayda var. Evet zaman geçiyor. Ama geçmişin izlerinin silinmesi için zamanın koşar adım ilerlemesi yeterli değil. Kalplerimizde ve benliğimizde derin izler bırakmış olan kötü anılar ne yaparsan yap eskimiyor. Onları formatlayıp bizlere yaşatanlar ise ömür boyu akıldalar.
Çelebi kelimesi dilimizde sıklıkla karşımıza çıkan sözcükler arasında olup Türkçe kökenlidir. Görgülü, terbiyeli olgun kimseler ve Bektaşi ve Mevlevi pirlerinin en büyükleri Çelebi unvanı ile eşleştirilerek anılırdı. İşte rahmetli Yıldırım Akbulut’ un adabı ve kibarlığının bu unvan ile ilişkilendirilmesi kelimenin çok yerinde olan bir kullanılışıdır
Ne demiş Şemsi Tebrizi: “Sana affedilmeyecek kadar büyük hata yapan birine akıl sınırlarının bittiği yerden başlayacak ceza vermek istiyorsan onu affet. Hissedilen her şeyi arşivleyen kader kendisi ile en iyi biçimde ilgilenecektir” diyorsa da gönül ne kadar affetse de kırgınlık baki kalıyor bazı konularda. Gel de Bolat’ı, Çay’ı affet. Sonrası ömür boyu üzüntü
Uygulamalarımız maaşlara zam, prim, ikramiye vb. Peki karşıtlar ne diyor? Psikolojik şiddet, Nerede? Kim yapıyor? Tümü Yalan, tümü iftira. Ne demiş Mahatma Gandhi. Şiddet karşıtlarınca üretilen güç kesinlikle insan yeteneğinin icat ettiği tüm silahların gücünden üstündür ve sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur ve de biz insanız. Düşüncemiz budur
GEÇMİŞTE ÖNERMİŞTİM: “Tepe yöneticiler çalışanlara uyguladıkları maddi teşviklerle güvenmemeli, şirkette çalışanları neyin motive ettiğini ve neyin olumsuz olarak etkilediğini ortaya çıkarmak üzere anketler yapmalıdır.
Soruların, ilkellikle cevaplanmaması ve yöneticiye ışık tutması için anketin isimsiz olarak düzenlenmesi şarttır”. DİNLEMEDİLER.
Bazı insanlar içten içe kendisinin diğerlerinden daha iyi, daha akıllı, daha üstün vs. olduğuna inanmak istediğinden ve bunu her fırsatta kendine kanıtlayabilmek için başkalarına sürekli eleştirel bir gözle bakarak kendini hep üst pozisyonda tutma çabasında olan bir modelidir bunlar. Eleştiriye kapalı ve egosantrik bir yapının net bir göstergesidir bu tür.
THY sizi işten attı. Yargıtay’ın işe iade kararını’ da uygulamadı. Ya şimdi ne olacak? Yeniden mahkeme vb. Uğraşacağız. Konu salt hakkınız olan + tazminatı Almak değil. Aslolan sizleri bu denli üzen, konuları havada bırakarak insanlık dışı uygulamalar ile sizlere eziyet eden ve haklarınızı gasp eden yöneticilerin Çirkinliğini bir daha okurlara (?) duyurmak.
Bay Bolat’ın bizden dediği insanlara faydası kadar zararının da dokunduğu ortada. 80-100. Milyon ve daha yukarı maaşlara oturanların torpillilerin içinden seçilmiş daha büyük ve kuvvetli torpillilerden ibaret olduğu da malum. Bizim dediklerine bile ayrımcılık yaptı. Evet, Bay Bolat, İlker Beyin giderayak kapıda yere bıraktığı birçok şeyin üzerine tüy dikti
En büyük körlük nankörlüktür. Huysuz bir insan düzelebilir, cahil okur, çalışır bu eksikliğini giderir, sinirli ise tedavi olur. Nankör insan ise asla değişmez. O her şeyin fiyatını bilen fakat kıymetini bilmeyen kimsedir. Her konunun kötü tarafını bilmek nankör insanın özel bir ihtisasıdır. Nankör olmasına rağmen iyi olarak anılan bir insan tanıdınız mı hiç?
Kandırılmak isteyen her seferinde kanıyor. Sevmek isteyen seviyor. Güvenmek isteyen defalarca her konuda aldatılmış olmasına rağmen halen güveniyor. Başkasını suçlamanın anlamı var mı? Tepede kendinden, kendi halinden ziyadesi ile memnun biri oturuyor. Yönetmiyor, yönetiliyor. Evet, arkadan yürüyen yönetici olamaz derler. O önde yürüdüğünü zannediyor.
Bugünün gençleri çocukken ırk ve din, siyaset bilmezler ve insan ayrımı yapmazlardı. Nefreti ve ayırımcılığı kim öğretti onlara. Tabii ki büyükleri. Bir İnsana uygulanan ayrımcılık herkese yapılmış bir tehdittir. Bu çirkinliği yapan kişiler de bir gün mutlak bu toplumda ayrıştırılacaklardır. Utanmadan ve de sıkılmadan bundan şikayetçi olabilecekler midir?
Yanlış trene binmişsen; koridorda gidiş yönünün tersine koşarak gara geri dönemezsin. Evet, on beş seneyi aşkın bir süre trenin koridorunda hareketsiz durup tüm hatalara karşı sessiz kalarak aynı konumda tutunmayı beceren ve bu süreçte yapılan vahim hatalardan ötürü sıkılmayan bir insanı daha sonra bizzat, bilinçli olarak yaptığı hatalar utandırır mı sizce?
Kur'an'da ahlaki davranışlara kıstastık yapacak pek çok emir, yasak ve öğüt vardır. Nahl suresi 90.ncı ayet önce emir ifadesiyle temel ahlaki kuralları bildirilmekte, sonra yasakları belirtirken ayetin sonunda da özgür bırakılmış insanın bu öğütleri hiçbir şekilde baskı görmeksizin kendi vicdan muhasebesi ile uygulamasının umulduğunu ifade etmektedir.
Büyük acılar, insanları birbirine yakınlaştırır ve bağlar. Bu olguların en üzücüsünü başta on ilimizin sakinleri olmak üzere yaşadık. Hepimiz kahrolduk. Ancak bazı insanlarımız halen “ben yaptım o yapmadı” ile meşgul. Bu davranışlar insanlıktan çok uzak. Hani 1999 depremi milattı Ne oldu? Ne değişti? Şimdi bizim miladımız 2023’ mü diyeceğiz.? Ne değişecek?
Üç beş şerefsiz çapulcu yaşadığımız korkunç depremin üzerimizdeki etkisini uzaktan da olsa kendi karanlıklarında yaşamamızı istediler. Güvenlik kuvvetlerimiz onlara bu fırsatı vermedi. Ve de Türk Milleti sergilediği dayanışma ile hepimizi yarınlar için ümitlendirdi ve dayanışma ve yardımlaşmanın ölümden başka her şeyi yenebileceğini bize gösterdiler.
Tüm sınırlamalar kişiyi mutlu kılar. Görme, etki ve temas alanımız ne denli dar ise o denli mutlu oluruz; ne denli geniş ise o denli sıklıkta kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüş duyumsarız. Çünkü bu alanla birlikte kaygılar, istekler, ürkünç şeyler de çoğalır ve büyür. Yormayın kendinizi. Zira Mutluluk aramakla bulunacak bir şey değildir, onu inşa etmek gerekir
Başka bir insanın veya kurumun nasırına basılınca feryat etme yeteneği olan bazı insanlar (?) hiçbir şeyi kazara yapmazlar. Sonuçları feryadı kesecek biçimde önceden planlarlar. Mesleklerini doğru hayaller üzerinde söyledikleri yalanlarla icra ederler, hayatlarının yarısı kendilerini bu noktaya getirenleri, öbür yarısı ise birbirini aldatmakla geçer.
Aslına bakarsanız kimse kimseyi küçümseyecek kadar büyük değil. Ne unvanda olursanız olun bu değişmez. Bunu bilmelisiniz. Küçümsediğiniz şeyler için gün gelir önemsediğiniz bir bedel ödersiniz. İnsanların sessin sakin durduğuna bakıp gücünüze güvenip, basmayın damarlarına. Karada ve denizde mayınlarda sessiz dururlar. Biri gidip üzerlerine basana kadar.
Justin Kruger ve David Dunning Cornell Ünv’ de yaptıkları tez çalışması sonucu: Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır. Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir, nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler ve de kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler.
Duymak istediğimiz yanlışlar vardır nedense. Hem de bile bile. Hiç kimse bildiğinden fazlasını işitmez; kimse hissedebildiğinden, hayal edebildiğinden ve düşünebildiğinden fazlasını okusa bile algılamaz. İnsanlar neyi görmek isterlerse onu görür, neyi duymak istiyorlarsa onu duyarlar. Okuduklarını da, kendilerine uygun şekilde anlar ve yorumlarlar.
THY: Yöneticiler, şirket çalışanlarının maddiyata bu denli eğilmelerine hangi davranışların sebep olduğunu ve bu eğilimin artmasındaki rollerini düşünmelidirler. Bu eğilim yalnız zorlaşan hayat şartlarına bağlı olarak mı artıyor? Peki maddeye karşı eğilim artarken çalışanlarda bir karakter zafiyetine neden olmuyor ve aidiyet duygusunu zedelemiyor mu?