Bu hafta yine can acıtıcı, adalet terazisinin kimin elinde olduğuna dair bir konuyu işleyeceğim. Yine “Gücün adaleti mi, adaletin gücü mü” sorusunu bir kez daha kendinize soracaksınız. Bana göre bir kumpas katliamı göreceksiniz yazıda!
Şöyle önce geçmişe bir dönelim ve hafızalarımızı yenileyelim. Takvim 30 Kasım 2007’yi gösterirken, gece yarısı telefonumuzun çalmasıyla irkilmiş ve Atlasjet Havayolları’nın World Focus Havayolları’ndan kiraladığı uçağın Isparta Havalimanı’na alçalışı sırasında Keçiborlu’da dağa çarparak kaza kırım geçirdiğini öğrenmiştik.
Bu kaza içinde bilim adamlarımızın da olduğu 57 cana mal olmuştu. Çok şey yazıldı, çok şey söylendi, televizyonlarda gösterildi ve herkes kendince yorum yaptı.
Davalar, ardı arkası kesilmeyen duruşmalar. FETÖ’nün en çok itibar gördüğü dönemler. Biz “cemaat” derken birilerinin “Hoca efendi, hizmet erleri” gibi üstün methiyeler düzdüğü dönemler. Hatta THY yöneticilerinin altında FG plakalı araçların cirit attığı süreçler.
FETÖ’cülerin “astığım astık, kestiğim kestik” dönemleri. Kurban bağışı yapanların, maddi destek olanların, onlar adına okul yaptıranların, Türkçe olimpiyatlarına destek olanların ticarette roket gibi fırlama sürecini kastediyorum.
İşte bu kaza tam o dönemin içinde gerçekleşti. Tıpkı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun kazası gibi.
Ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaksınız.
Isparta Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava tam bir güç savaşına dönüşmüştü. Hatta birkaç davayı ben de yerinde izlemiştim.
Adaletin gücü mü, gücün adaleti mi? Aslında buna FETÖ’cülerin adaleti mi desek doğru olur ama sonuç olarak bu duruşmalar devletimizin erklerinden biri olan adaletin resmi dairesinde görülmüştü. İşte tam burada konuşulması gereken, “Yavuz Çizmeci neden hapiste” sorusu olmalı!
Bir havayolu şirketinin yönetim kurulu başkanı dahi değil sadece yüzde 49 ortaklığı olan ve ticari olarak kurumunu karlı bir şirket olarak işletir ve hissedar olarak yöneticilerine hesap sorar. Bu şirket havayolu şirketi ise ki öyle burada devreye Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün yetkilendirdiği form 4 sahibi dediğimiz kişiler devreye girer.
Şirket ortağı olarak veya etkin bir isim olarak istediği kadar diretsin, sorumluluk sahibi form 4 sahiplerinindir. Uçağı uçurmak ise tamamen kaptanın sorumluluğundadır.
Burada mahkeme sürecine dönmek istiyorum.
Bilmem kaç kez duruşma olmuş. Üç kez bilirkişi atanmış. İki bilirkişi raporu Yavuz Çizmeci’yi kusursuz bulurken son bilirkişi raporunda Yavuz Çizmeci’ye kusur atfedilmiş. Mahkemelerde karar verilirken mahkeme başkanı cumhuriyet savıcısından mütalaa ister ve fakat karar hakimlerin uhdesindedir. Mahkeme başkanı beraat karar verse bile diğer iki hakimin ceza istemi olduğunda sağ ve sol tarafta oturan hakimlerin dediği olur.
O halde iki ayrı bilirkişi raporu neden dikkate alınmadı da üçüncü bilirkişi raporu dikkate alındı?
Evet, en kritik soru da bu!
Bir dolu iddia var. Hatta mahkeme tutanaklarına giren kısımları da var. Örneğin bilirkişilerin rüşvet istemeleri. Bu konu mahkeme tarafından nasıl dikkat alınmaz! Açıkçası hukuk faciası.
Peki hakimlerin FETÖ’cü olduğu iddiaları neden dikkate alınmaz. Bir kumpas olamaz mı? Bal gibi de olur.
Hadi diyelim ki birinci derece mahkeme hata yaptı. Peki, Yargıtay sürecine ne diyelim?
Yargıtay’da karar veren hakimlerin FETÖ’cü olmaktan dolayı tutuklanmaları, ihraç edilmeleri de mi hiç dikkatinizi çekmedi.
“Bu yargılama bir kumpastır “ diyecek olan hakim, savcı yok muydu? Yargıtay savcısı dopdolu gerekçe ile kararı Yargıtay ceza kuruluna götürürken, Yargıtay ceza kurulundaki hakimlerin ellerini, kollarını kim bağlamış olabilir ki?
Bu davanın sonucu ve giriş/gelişme bölümleri bana göre tamamen kumpastır. Kesinlikle yeninden yargılamanın yolu açılmalı ve Yavuz Çizmeci de tahliye edilmelidir.
Üstelik yaşlı olması, üstelik hiçbir kusuru olmamasına rağmen hürriyetinin kısıtlanması ne adalet dediğimiz eşitliğin ilkesine ne de ilahi adalet bunu kabul etmez.
Ha siz “Gücün adaleti” diyorsanız, batsın adaletiniz de adamlığınız da!
Yorumlar Tüm Yorumlar (41)